20 Ağustos 2020 Perşembe

dut






yıllar önceydi, çocukluğumun geçtiği binada bir yaz akşamı kamelyada oturuyorduk. çocukluğun ve belki de yaz akşamlarının verdiği o yakıcı huzurla annemgilin yanından ayrılıp dut ağacımla konuşmaya gitmiştim. binanın önündeki ağacın üstünde oturup bir yandan dut yiyor, bir yandan da kaderi düşünüyordum. bu ağaçtan düşersem babam üzülür mü diyorum, ölürsem eğer annem çok ağlar mı, beni unutup kardeş yaparlar mı, şu ağaçtan düşersem eğer bana bir tokat atar mı babam, ölsem daha iyi. yıllarca o tokatın ıslattığı gözyaşlarının tadını unutamam. biliyorum.

bir ses. bir telaş. bir kan. bir gözyaşı.

bir motorun gelip dut ağacıma çarptığını, onun dallarını kırdığını, benim çok yüksekten hafif bir taş gibi düştüğümü, adamın kanlarını, benim göz yaşlarımı,  annemin çığlığını, ambulansın sesini, ölecek mi diye ağlayışlarımı, huzursuz kalabalığı, o gece kirli sepetinde babamın krem pantolonunun kıpkırmızı kan oluşunu, keşke benim kanım olsaydı deyişimi, ama hep içimden dediğimi, aylar sonra yakar top oynarken bir adamın gelip ağacıma yaslı motorunu aldığını, geçmiş olsun dutu verdiğimi, hiç gitmesini istemediğimi, bana şefkatle hoşçakal deyişini, bir yaz akşamı, yıllar geçmişken, elimde bendirle balkonda türkü söylerken, içimde yine aynı hislerle oyuk açtığını yazmak istedim.

gözyaşlarım şimdi babamın pantolonundaki kan gibi sıcak akıyor, biliyorum. dün bu balkonda yanımda dostlarım varken bir şey oldu. dut ağacından düştüm sanki.

bir ses. bir telaş. bir kan. bir gözyaşı.

balkona koştuk, yolun ortasında bir adam. çöp arabası yolun kenarına uçmuş. plastik şişeler, kartonlar, kağıtlar, her yerde. içim öyle küçüldü, öyle küçüldü ki nefes alamadım. kollarım küçüldü, ellerim kalbim gibi oldu. dut ağacından düştüğüm o geceye döndüm. tüm kanla yatan adamların üzüntüsünü aldım boynuma. oysaki biraz önce o masada bir sene sonraki kendimize mektup yazıyorduk. bir dakika sonraya çıkacağımız kesin değilken. artık hiçbir şeyin bana yük olmasını istemiyorum diyordum. kaderi biraz olsun unutabilmek adına.

ama işte, yine yine yine. yaram ben doğmadan önce de vardı, ben onu korumak için doğdum.
bu gece burak bu türküyü atmasaydı belki de bu yazının başına geçmeyecektim. bir ezgi beni nerelere götürdü.

şimdi saçlarım omuzlarımı aşıyor, dut ağacım benden uzakta değil ama öyle uzağız ki. beni artık dallarına almaz. sarılmaz bana. babam herkesi yerden kaldırır, kanlarını temizler. ama benim boynumu görmez. sesimi duymaz.


insan yek katre-i hunest ve hezar endişe, demişti şeyh sadi şirazi. öyle bir hal ki bu. beni kendime öyle hasret bıraktı ki.
içim küçüldü. dut gibi oldu içim. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder