21 Mart 2024 Perşembe

avuç


günlerden bir gün, birbirini çok seven bir aile varmış. çocukları pamuktan, aşkları şefkatle bağlıymış. adam kadına, kadın adama deliler gibi aşıkmış. bir akşam üstü adam halı saha maçına gitmek için hazırlanırken güzeller güzeli küçük kızı köşeye geçip içli içli ağlamaya başlamış. baba, kızının derdini anlamaya çalışmak için yanına sığınmış. küçük kız babasını özlemekten korktuğunu söylemiş. baba kızının gözlerine gülerek, içerden kırmızı bir kalem getirmiş. kızının saçlarını kulağına sıkıştırmış, avcunun içini ellerine alıp kırmızı bir kalp çizmiş. “beni ne zaman özlersen bu kalbi öp, ben hissederim.” demiş. küçük kız bebek ellerine bakıp avcunu öperek yollamış babasını.

şimdi soğuk duvarların ardında yaslanan senin sesinse; 
kıblemi çevirmişim ben yıllar önce. 

99 model beyaz mazda 626’nın içinde hiç bilmediğim bir yola çıkıyorum. yitip giden ne varsa benimle geliyor; hikaye aslında burda başlıyor. 

önce ayrılık hasreti’ndeki dostumun sesini unutuyorum, dağlardan geçiyorum, bembeyaz eteklerin altında gülüştüğümüz zamanlara artık gitmek istemiyorum. zamanında eteğime saplanan bıçağın acısını hâlâ kalbimde besliyorum. artık kalbimi de duyamıyorum. giden her şeyin bizim hikayemizde yuva kurmasına, yolların insanda bıraktığı yaralara, bir sürü ismi olan sigaralara, taşa gül ekmeye çalıştığım zamanlara şaşırıyorum. bir asker uğurlamasında hem gözlerim yaşlı hem ağır aksak sallanarak gülmek istiyorum. dayımın omuzlarına, annemin gözyaşlarına, dedemin hastane odasında beni kenara çekip “bu ağıdı kendime yazdım” deyip cebime ağıt sıkıştırmasına, dereleri taşan nehirlere ve hiç dinmeyen öfkeme dayanamıyorum. dervişlerin, erenlerin, abdalların ve çok bilmişlerin tesellilerinde bir yuva bulamıyorum. kamyon arkası sözlerin verdiği efkara kafa sallayıp kent direnç blu istiyorum. 

rüyamın içindeki upuzun saçlı kızın sol omzunda duran kocaman morluğuna merhem olmaya çalışıyorum. ne morluğu, ne kızı, ne merhemi tanıyorum. defterlerimi karıştırıyorum, yazılan yazılar, yaşanan anılar, geçen yıllar benden hiçbir şey götürmemiş. hangi taşa çarpsam, hangi dağ bana sırtını dönse ben oturup babama ağlamışım. şimdi geldiğim yola pişman ya da yaşananlardan yorgun değilim. küfrün inanca yakınlaştırdığına inananlardanım. 

sadece işte, üzülüyorum ve üzülmekte yetmiyor. babamı bir zamanlar severdim ama o duygu orda kaldı. şimdi içim boş teneke gibi. tıkır tıkır.  bazı duygular o anda kaldı ve hangi peygamber asasını vurup geri getirecek bilmiyorum. 

yıllarca onu yazmasam onsuzluğu yazdım, küçük kız hikayelerini, taşan nehirleri, kabarmayan kekleri bile ona bağladım. nereye gitsem gözümün içi güldü de, soluğumu onun kıyısına hiç yaslayamadım. artık dayanamıyorum. 

"kimin eli değmişse bir ayrılığa
tütecek sandığı ocak sönecek
bir daha hiç görünmeyecek o rüya."

şimdi dertleri bir nehir gibi akıp götüren sevgilinin omzuna yaslanıp, avcuna kırmızıdan bir kalp çizip, bu müzikle usul usul ağlamak istiyorum. 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder