sen git yat ben de birazdan geliyorum.
huzurun ve bir o kadar da huzursuzluğun yan yana olduğu bu saatlerde ben gerçekten yorgunum. klavyeye basmaya gücüm kalmamış. kalbimi ve aklımı dinlemek o kadar zoruma gidiyor ki.
dün yirmi iki aralıktı. gördüğüm rüyaların etkisinden çıkamadığım için evden çıkmadan ceketimin cebine "eğer bugün ölürsem" diye başlayıp "insan sadece suda boğulmuyor." diye biten cümleler karaladım. hiçbir iyi dilekte bulunamadım. sadece çok yorgun olduğumu belirttim. - ama yaşıyorum işte bakın ben burdayım. bana ölmüşüm gibi bakmayın.
şimdi ben yaşıyorum. mutlu muyum değil miyim artık bilmiyorum. en ufak bir harekette, ufacık bir bakışta, bir göz kaymasında içine kapanan küstüm çiçeğiyim ben. bana dokunmayın. lütfen.
(çok fena uykum var.)
geçen hafta anneme mektup yazdım. ona verdim sonra. eve geldiğimde annemin gözleri kıpkırmızıydı. bu kadar anlayışlı olmak zorunda mıydın dedi. sarıldık ve ben deliler gibi utandım. ilk defa anneme yazmıyordum ama onun ilk defa haberi oluyordu. birine tamamen açılmak, birine tamamen inandığını- güvendiğini- onu tamamen anladığını söylemek bir taraftan rahatsız ediciymiş. bu annem bile olsa. ona sarılırken ki duyduğum utancı önceden tahmin etseydim mektubu vermezdim galiba. herşey içinde kaldığıyla güzel sözünü bir kere daha doğruladım. sonra bugün otobüste başımı cama yasladığımda bir anlık yanımda oturduğunu düşündüm. kalbimin gerçekten ezildiğini hissetsem de, gözlerimi açmak istemedim. senin yanımdasızlığın bu olsa gerek. düşündüklerimi düşünmek istemiyorum. hissettiklerimi düşünmek istiyorum artık. çok sıkıldım.
uyumaya gidiyorum