kavakta son yazım, içtiğim sudan yürüdüğüm kaldırıma kadar her şey sondan bahsediyor. bir iz bırakmak istiyorum. ne olursa. bir iz. bardakları dolaba yerleştiriyorum, pedalın ucuna bir bez bağlıyorum, masadaki çiçeklere su vermedim. beraber solmak istiyorum.
kavakta son yazım, geçen gece bir adam gecenin kör karanlığında bavul taşıdı arabasına. benim evimden hem de. başka bir kadının bavulları, başka bir kadının hayatını taşıdı. bir, iki ,üç saymadım bile. gitti gitti geldi. köpek sesleriyle onun nefes sesleri birbirine karıştı. uyuyakalmışım. dayanamadım.
gözlerimi açtığımda yastığım yerine kollarını görmek beni hafifletiyor. iki oğlum var, balkonda oyun oynuyorlar. bu balkon için zamanında dünyanın en huzurlu yeri yazmıştım kara kapaklı defterime. incir ağacının dalları ayağı kırık tahta masamızın etrafına dolanıyor, geçen gece doğum günü pastamı çatallerken dalları ağzıma girecek diye gülüştüğümüzü hatırlıyorum. ne olduysa o gece olmadı ama benim gözüm de gönlüm de o geceden kalkamadı. sigarasını peş peşe yakan o adamın kalbi önümdeki kartlara serilmişti. kılıç kalbe mi dayanmıştı, kupalar mı devrilmişti, büyücü masayı mı dağıtmıştı hatırlamıyorum. bir bira, iki bira, üç bira, çöpleri siyah poşete atarken arkamdan sesleniyor; “dünyaları içsem bile senden daha sarhoş değilim” dalga geçiyor. gülümsüyorum.
oğlum sokaktan geçerken arkasını yokluyor sık sık. “anne babamları geçelim hadi!” diyerek çekiştiriyor beni. hızlanıyoruz. arkada gülüşme sesleri, önden biz koşturuyoruz. minik elleri avucumda terledikçe sokak aşağı kalbim hızlanıyor. zamanında ağlayarak indiğim yokuşları şimdi kalbimden sızan ince bir gülümsemeyle inmek gözlerimi dolduruyor. koşuyoruz.
akşam için bir şeyler alıyoruz marketten. balık mı yapsam, kremalı tavuk mu, salataya mısır alalım, ali abi rakı yanında leblebi sever, çocuklara meyveli yoğurt. eve gelince odaya geçiyorum. ajandaların içinden o hiç tanımadığım kadının çocukluk vesikalığını buluyorum. gözlerim doluyor. bana ait olmayan bir hikayenin sonunu yıllarca içimden yazıp çizdiğimi düşünüyorum. ali abi’yi kınıfır’ın yanında hayal ettikçe içimde kuşlar kanat çırpıyor.
sarı ışıklı mutfağımızda incesaz dinleyerek yemek yapıyoruz. bu hikayenin artık tamamlanması gerektiğini o da biliyor. omuzlarımdan tutup sarılıyor, titreyen ellerim susuyor bir anda. birkaç çatalla beraber artık masa hazırlanıyor. kapı çaldığında birbirimize bakıyoruz. artık o heyecanı beraber paylaşıyoruz. ali abi o şarkıdaki gibi. kınıfır küçüklük fotoğrafındaki gibi. iri gözleri şiirlerden çıkmış gibi bize bakıyor. sadece hikayesini dinlediğim ve yanımdan hiç ayırmadığım o kadını gerçekte görmek çok tuhaf hissettiriyor. rakılar dolarken herkesin gülüşme sesleri birbirine karışıyor. ali abi bağlamasını eline alıyor; eski günlerdeki gibi bağlamasına eşlik ediyorum. tellerin arasından mazi akıp gidiyor, vurduğum deri düm dedikçe kalbim zıplıyor. artık yarım kalan dümler teklerini buluyor. içerden fotoğrafı getirip kınıfıra veriyorum. sarılıyoruz. öyle büyük ki kolları, sarıldıkça bambaşka bir dünyaya gidiyorum. ikimiz de mutluluktan ağlıyoruz. ali abi yanımıza gelip emanetini cüzdanına koyuyor. parmaklarındaki yüzük gecenin en güzel haberi oluyor.
emaneti cüzdanlarda kalan bir aşkı hayallerde tamamlamanın sevinciyle o hepimizin yuvası olan trabzon’umuza gidiyoruz sabah. yıllarca bir o yana bir bu yana savuran bizi limanında buluşturuyor. çocukların sesi mavi kuşlara karışıyor. bir çift gözün içinde huzuru kokluyorum. arkadan sebahat abla’yı açıyoruz.
“ikisi de sahipsizdi
kimse bilmez neden bitti
kavuşmadan kaderleri
bu şarkı bitti”