geceleri dünyanın ne kadar korkunç olduğunu ve her uyuyakaldığımda yüzüme iki kişilik bir yastık bastığını düşünüp duruyorum. kulaklarımın uğultusu başıma vuruyor, şenlik ateşinde düşen çocukluğumu hatırlıyorum. çocukluk evimizde seni görüyorum, “burası benim çocukluğum ama” diyorum. ensemden kanlar akıyor, bir mermi bir gönlü nasıl paramparça eder onu izliyorum.
yaraya nasıl üflenir hiç bilmediğimden kendimi dağın başındaki teyzeyi ziyaret ederken buluyorum. evden çıkarken okunmuş suyumla bir dua bırakıyor cebime. suyu üç gulhüyle içip duayı hiç okumuyorum. allahım sana hiç küsmedim ama dizlerine biraz uzanmak istiyorum. hâlâ yıldızlara bakmaktan usanmıyorum, güzel bir muhabbetin, müziğin en güzel kısmına başımı yaslamayı özlüyorum.
buruk hatıraların güzel müzikleri oluyor. ya da tam tersi, bilmiyorum. brodway’in içinde bir gece vakti onları da anlıyorum açıyorum. alaca’dan geçiyoruz. “bakın yıldızlar ne güzel” diyorum. dostlarım arabada, hiç bilmediğimiz yollardan geçiyoruz ve onları da anlıyorum. gözlerim doluyor, hikaye nerden başladıysa oraya geri dönüyorum.
bina boşluğu olan bir evde oturmak istiyorum bazen. sessizliği, mavi kuşları ve telefonda edilen hoş sohbetleri arıyorum. mutfak ışığında yemek yapmak gibi bir şey olsun istiyorum hayat. kadınları, avuçlarımı ve ensemi yaralayan ne varsa yazmak bir kenara bir zamanlar yaşamış olmayı bile reddediyorum. “içi uğuldayana rahat yatak yok” diyen o kadını anlıyorum. imtihandı, bitti dediğim yastığımdan şükürlü dualarla geliyorum. iyi ki diyorum, su boğazda takılı kaldı.
artık yazmak da zor geliyor. gidiyorum.